Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Yaz tatili için geldiğimiz memleketimizde ramazan öncesi çevre yaylaları gezelim istedik. Beş kişilik bir grupla önce sahilden Tirebolu, Görele, Eynesil üzerinden Beşikdüzü’ne oradan da Şalpazarı üzerinden Sis Dağı Yaylasına çıktık. Yaylaya çıkarken Şalpazarı’nda uzun süre köyümüzde öğretmenlik yapan Nazmi Bektaş hocayı da ziyaret ettik. Kardeşlerim Mehmet ve Ekrem’in öğretmenliğini yapan ve onlara bocuk lakabını takan Nazmi Hocayla ilk tanışmam oldu. Ben öğrenci olarak İstanbul’da bulunduğumdan ancak yaz tatiline gelebiliyordum, köye. O tarihlerde de o kendi memleketine dönmüş oluyordu. Nazmi hoca ve değerli hanımı bizi konduracak yer bulamadı, nerdeyse. Sağ olsunlar biz kahvaltımızı yapıp çıkmış olmamıza rağmen onlar bizi memnun etmek için ellerinden geleni yaptılar. Öğretmenler karşı her zaman saygımı muhafaza etmiş biri olarak ellerinden öpmeyi ihmal etmedim. Gerçekten de öğretmenlerimize maalesef gereken ilgiyi ve saygıyı göstermekte ihmalkâr davranıyoruz.
Yolcu yolunda gerek diyerek Sis Dağı’na doğru tekrar yola koyulduk. Görünen o ki Trabzon yaylarının yollarını da en üst seviyeye çıkarmayı bilmiş. Ayağımız taşa takılmadan kıran düzü denilen yere kadar geldik. Kırandüzünde yol ikiye ayrılıyor. Sağa devam ederseniz Sisdağı'na sola devam ederseniz Erikbeli ve Kadırga Yaylasına gidiyorsunuz. Biz önce sis dağına gitmeyi uygun bulduk. Biraz devam edince önümüzde binlerce evden oluşan yaylaya ulaştık.
Sisdağı Yaylası Giresun ve Trabzonluların ortaklaşa kullandığı bir yayla. Yıllarca yan yana yaşamış insanlar bu büyük yaylayı kardeşçe kullanmayı bilmiş. Özellikle Giresun’un Görele ve Eynesil ilçelerinden gelen yaylacılar ile Trabzon’un Beşikdüzü ve yeni ilçelerden Şalpazarlılar binlerce ev yaparak yayladan çok yazlık bir şehir oluşturmayı başarmışlar. Yayla camisi, sağlık ocağı ve işyerleri ile küçük bir şehir gibi işlev görmeye başlamış. Orada öğrendiğimiz kadarıyla özellikle Ramazan’da şehirliler özelikle akşamları gelip iftarını yaylada yapıp, teravihi de kılıp memleketlerine geri dönüyorlarmış. Sis dağını öbür ucuna kadar gittik. Ancak yine de bitiremedik. Ancak güneşe rağmen denizden gelen sis ayaklarımızın altında güzel bir manzara oluşturarak bize sis dağına geldiğimizi hatırlattı.
Yayla içinde gezinirken gördüğümüz yeni bir cami inşaatına rastladık. Kolay gelsin diyerek devam ettik. Biraz gittiğimizde öğlen vaktinin girdiğini tespit ederek önümüze gelen bir camide namazı kılmaya karar verdik. Öyle ya daha nerede duracağımız belli olmazdı. Namazı kıldıktan sonra beraber gezdiğimiz arkadaşımız kazağını durakladığımız bir yerde unuttuğunu söyleyince geri dönmek zorunda kaldık. Dönüşte tekrar o cami inşaatının önünden geçerken cami için tasadduk yapmadığımızı hatırlayarak bir miktar yardım yaptık. Demek kazağı arkadaşımız unutmamış, ona unutturulmuş diyerek bu işin bizim dışımızda geliştiğini düşündük.
Geldiğimiz yerden tekrar geriye dönerek yol ayrımına geldik. Kırandüzü denilen yerden Erikbeli ve Kadırga Yaylası istikametinden Kürtün’e inerek dönmeyi düşündüğümüzden buraya doğru yöneldik. Yollar oldukça güzel hava ise yayla serinliğindeydi. Bu serin havaya aldanmamak gerek. Güneş gören sağ kolum Antalya’da deniz kenarında yanmış gibi olmuş ben ise fark edememişim. Yüzüm de kolumdan geri kalmamış, zaten buğday renkli olan derim iyice kararmıştı. Çamlar arasında kâh Karadeniz Bölgesine özgü kızılağaç ve bodur meşe ağaçları arasından geçerek Eğribel’e vardığımızda 100 yıl öncesinin hanlarını görmemiz çok ilginç geldi bana. Bizim yayla yolumuzda Tepealan ve Galigen denilen o durak yerlerinde eski hanlardan bir eser kalmamıştı. Öylesine harap olmuş ki ahşap malzeme kalmamışken taşları bile nereye gitti belli değil. Oysa Erikbeli’nde yüz yıllar öncesinden kalan ahşap binalar bugün hala işlevlerine bir şekilde devam ediyorlar. Otel, kahvehane ve lokanta olarak bir şekilde devam eden bu işlev insanı kendine hayran bırakıyor. İnsan normal aklıyla yağan onca kara rağmen bu hanlar nasıl ayakta kalmış diye düşünmekten kendini alamıyor.